23 Aralık 2009 Çarşamba

Dizi filmlerdeki gariplikler…

Dizi filmlerdeki gariplikler…
Hakan Demirci
23.12.2009

“Ben mütemadiyen belgesel kanalları izliyorum” şeklinde bir gerekçem yok -ki arada izliyordumda aslında- ama televizyonlardaki dizi furyasından fena halde muzdarip durumdayım. Dolayısıyla detaylı olarak ne yaprakların dökülmesinden haberim var ne de hanımların çiftliğinde olup bitenlerden. Özellikle kaçındığım bir olay değil çünkü izlerken inanılmaz sıkılıyorum, zira alternatifi olarak yine televizyon izliyorum,hatta biri bizi gözetliyordan kaynana Semra hanıma kadar geniş bir izleme profilim var.

Fakat sürekli takip etmesemde neler olup bittiğini gayet iyi biliyorum. Mesela istisnasız her dizi filmde bir yoğun bakım sahnesi neden vardır anlamış değilim. İllaki kahramanımız artık hastalıkmı musallat olmuştur yoksa o adrenalin dolu yaşamında kör kurşunmu isabet etmiştir bir tarafına bilinmez, diğer tüm türk dizi kahramanları gibi bir yoğun bakımdan geçiyor. Göğsüne takılmış kablolar, cihazlar, etrafında endişeli gözlerle bakanlar. Ama çok şükür ki çok azı ölüyor, birçoğu sanki bir gün öncesine kadar yoğun bakımda azap çektiğini unutmuşçasına turp gibi dönüyor hayata.

Ve o suratlardaki kızgın bakışlar. Bu dizilerde neden herkes pis ve nemrut bakışlar atmak zorundadır, neden hepsi istisnasız sinirlidir, neden hepsi saniyede öfkeli bir deli nemruta dönmektedir? En çekemediğim özelliğide geçtiğimiz günlerde gazetede okumuştum, türk dizisi kahramanımız her daim sinirlidir ama artık bu sinir tavan yaptığında tıpkı batı sinemasındakı sinirli adam formatında olduğu gibi evdeki vazoyu alır duvara atar,evi birbirine katar.Doğu toplumlarında sinirlenince karşında bir insan olduğunda tamam kafa göz dalarsında böyle vazolara objelere saldırmak varmıdır ki bu toprakların kültüründe? Bir çay bardağını alırken bile insanlar kılı kırk yararken kolaymı öyle bi anlık sinirle masaları vazoları filan kırmak.Hadi Amerikalı sinirli kahraman varsın kırsın, o tüketim toplumunun sinirlisi, gider Amerikadaki ikealardan peşin parayla bastırır yues dolarını alır bi tane, ama bu memlekette biliyormusun kaç evde hala genç kızlık zamanından, çeyizlerden kalma masa ve sehpalar kullanılmaktadır.Sende git bunu kır, yapma ya!

Ve kötü kadınlar; suratlarda o pis fettan bakış, uzaklara dalıp pis pis bıyık altı gülmeler. Her dizide en az bir kadro bu kadınlara ayrılmış durumda.

Tabiî ki birde Türk sinemasının olmazsa olmazı sevişme sahneleri mevzusu var. Türk sineması salonlara seyirci doldurmak,dizilerde izlenme oranlarını yükseltmek için “ama hayatın içinde var bu” bahanesiyle illa bir iki tane, hemde ses efektli sevişme sahnesini katıveriyorlar filme. Hatta o kadarki dizi kahramanlarımız artık mütemadiyen sevişiyor, kah bahçede, kah evde artık senaristin fantezi dünyası ne kadarını zorluyorsa. Hatta kah amcasının karısıyla, kah kocasının arkadaşıyla. Artık ensest olur,kanka olur, arkadaş olur fark etmiyor.

Televizyon eleştirmenlerinide takip etmeye çalışırım.Okuduğum bir yazıda bahsedildiği üzere, Mardin’de geçen bir dizi filmde dahi çocuklar oyuncak ayılarına sarılıp uyuyorlarmış. Evden ayrılırkende mutlaka o oyuncak ayıların patisinden kulağından sürüklüyorlar.Mardinde! Şimdi bu oyuncak ayısının patisinden tutmuş yerde sürükleyerek küs adımlarla yürüyen çocuk kavramı tamamen batıdan ithal, amaç belli; zavallı yavrucak hissiyatıyla yürekleri titretmek.Zaten bu ithal kavram, oyuncak ayısız uyuyamayan çocuk modelide geliştirmiştir ki bu kültürü çocuklara ve ebeveynlere empoze etme buhranı, Türkiye’nin modernite yolculuğuna özentilikten başka hiçbir şey katmamaktadır.


Tabiî ki diziler aslında insanlara hayal satıyor. Mesela dizilerdeki insanların oturduğu evler artık konuda öyle gerektirdiği için ya çok berbat, böyle öyle fakiriz öyle zor durumdayızı gözümüze sokmak istercesine kötü ama ekseriyeti ya 10+ odalı havuzlu(üstelik bu evlerin havuzlarının sürekli ışığı yanar) bir villa ya da boğaza sıfır yalı. Yani ya çok fakirler ya da çok zenginler. Ama genelde çok zenginler ve bizlerde kendi dört duvarımızda bizden bu çok uzak hayata gıpta edip izlenme oranlarına tavan yaptırıyoruz.

Velhasıl artık bu dizi furyası ortadoğuya dahi sıçradığından bölgesel olarak bir kurtuluşa ihtiyacımız var. Yerini ne alır bilemiyorum ama acilen bir dizi film rönesansına ihtiyacımız var. Örneğin ne zaman bu ülkede lost ya da prison break(1.sezon) ayarında bir senaryo yazılıp film haline getirilecek? Örneğin Losttaki son 2 dakikada heyacan tavan yaparken ve bir sonraki bölümde sırlar ortaya çıkarmı acaba diye düşünürken ne zaman türk dizilerinin en büyük final merakı acaba bir dahaki sefere kış bahçesi yerine nerde sevişecekler sorusunun bir adım önüne geçebilecek? Bekleyip göreceğiz.

Hakan Demirci
23.12.2009

1 Kasım 2009 Pazar

Jet Sosyete İle Defilede


Jet Sosyete ile Defilede
Hakan Demirci
01.11.2009

Herşey Bar Rafaeli’nin Fashionable İstanbul defilesine geleceğini duymamla başladı.Büyük tesadüfler sonrası davetiyeyi de ayarlamamla birlikte Murat’a haber verdim.Üsküdar’da buluşup Kabataş’a geçtik.Dolmabahçe saray meydanına yürürken caminin yanındaki tükürük köftecilerinden hemen sonra bambaşka bir dünya başlıyordu.

Kırmızı halıyı görmemizle ilk şoku yaşadık. Murat’ın üzerindeki Benetton tshirtü İtalyan tekstil devi diye yutturabilirdik ama benim üzerimde kot ve gömlek kısmını nasıl halledecektik. Kırmızı halı, gazeteciler, kalabalık derken Murat danışma masasına gidip kıyafet zorunluluğu var mı diye sordu, görevli kız böyle bir kısıtlama olmadığını söyledi.Kaydımızı yaptırdıktan sonra ortamda haylisırıtan kıyafetlerimizle kırmızı halının başında yürümeye başladık. Gazetecilerin bakışları arasında geçtik ve kalabalığa karıştık.

Hemen kendimize kuytu bir yer bulduk. Ortam o kadar sosyetik ki kurulan standlarda buna göre; Ritz Carlton otelinin standı, yeni Mercedesin standı vb. Bir kuytuda diğer davetlileri izlemeye başladık.Hemen önümüzdeki masada kalçalarının bittiği yerde etek boylarıda son bulan iki tane hanım kızımız şu gazetecinin ortaköyde yeri olan meczup arkadaşıyla muhabbet ediyordu. Demek adları çıksın, fiyatları artsın diye 70 yaşındaki dedeleri yaşındaki adamla dahi gözükmekten çekinmiyorlardı. Gerçi meczupun gazeteci arkadaşıda torunu yaşında sevgili edinmekten (kendi deyişiyle sweethearthı, en son adı $20.000lık fuhuşa karışmıştı) çekinmiyordu.Bu arada meczupta tam bir hilkat garibesi gibi dolaşıyordu. Acaba aklından ne geçiyordu,” yaşım olmuş 70 artık modern tıp bile her derdime çare üretmek uzak, bari garip garip dolanayım şu kan kırmızısı çorapları giyeyim, şu baskılı teenage tshirtümüde üstüme geçireyim gene bi farklı gözükeyim”. Ne diyeyim, dikkat çekmeyi başarmıştı.

Bu arada boynumdan asılı çanta büyük utanç malzeme oluverdi bir anda, hadi jet sosyetenin geldiği bir defileye günlük kıyafetlerle gelmişim ama şu çanta olayı bari olmasaydı. Gerçi benimde LCWaikiki boyutunda bir moda anlayışım var ama gecenin konseptiyle pek uyuşmuyordu zannımca. Hırkayı üste giyerek çanta meselesini kısmende olsa çözdüm.

Biz etrafa bakarken önümüzden havyarlar ve diğer atıştırmalıklar geçiyordu. Ortam o kadar sosyetiktiki su istediğim görevlinin ismi dagi Ögeday’dı, şu Bebek,Arnavutköy civarı apartmanların kapı zillerinde yazan isimler vardı hep yaka kartlarında, varın gerisini hesap edin.

Gösteri başlayacağı için denizin üzerinde kurulu alana doğru yürümeye başladık. Büyük bir kalabalığın ortasındaydık. Ama o kadar versace,gucci takımlının arasında göze batmamak için küçücük davetiyeyi elimde tutarak bakın bende davetliyim bende sizden biriyim mesajını bilinç altlarına işlerken arkamda sigarısını şu çubukla içen kadın tiplerinin asil ve vakur bir temsilcisi yanındaki diğer davetliye bu organizasyon sayesinde güzel elbiseler ve güzel kadınlar görmekten nasıl sevinçli olduğunu anlatıyordu. Artık güzel kadını ne yapacaksa.. Hemen önümüzde dudakları artık şişire şişire DonaldDuck’a dönmüş bir kadın ucube vardı. Allah bilir ne paralar dökülmüştü o dudaklara .

İçeri girdik, gösteri başladı. Ayağına pranga takılmış gibi yürüyen mankenler podyumda yer almaya başladı. Tamamı istisnasız sıfır beden. Muhtemelen hepside Slav kökenli. Onlar yürürken Merih’in “Rabbim bir dalga yaratıp çekivermesin o cıbılları denize” sözü geldi aklıma. En önde oturan Mehmet Ali Birand’ın gözleri, hemen yanındaki eşinin nispeten dışarıda da giyilebilir kıyafetlere verdiği olumlu tepki sayesinde, kızların bacaklarından yüzüne doğru kayıyordu. Meczupta en önde oturmuştu.

İlk gösteri bitti. Bir çok Cemil İpekçi türevi insan kalabalığının arasından geçerek tekrar dışarıdaki alana geçtik. Bari geldik şurda bişey yiyelim içelim diye boş bir masaya ellerim uzandı ama ikramlık olarak soya fasülyesi,chery domates ve kurutulmamış badem vardı. Organik Pazar yeri gibi. Bari bademi kurtaralım diye avuçladım. Yan tarafta Dolmabahçe çay bahçesinin kulübesindeki çalışanlarda ortamı uzaktan kesiyorlardı.Bu bakışlar altında masaya yine iç çamaşır boyutundaki etekleriyle 3 tane zengin kızı geldi. Hemen karşılarına balina kıçına dar deri pantolon geçirmiş başka bir kadın geldi. Kızlarla tanışıyordu muhtemelen,bir süre sonra kızlar fotoğrafını çekmeye başladılar. Üzerindeki montu omuzlarına düşürdü, kafayı hafifçe yana düşürüp dudaklarını büzüp seksi mi seksi oldu! Dudakları büzüp şımarık kız modellerine bürünme kısmı konulu ucuz porno filmlerinde dahi geride kalmış bir şekil model olurken demek İstanbul’un jet sosyetesinde hala geçerli bir davranıştı.

Ben Bar Rafaeli’yi görmek için ikinci gösteriyi beklemek istiyordum ama Murat’ı daha fazla zaptedemediğimden erken ayrılmak zorunda kaldım. Ve İstanbul’un jet sosyeteli defile macerası Üsküdar’da bir kokoreççide son buldu.

Hakan Demirci
01.11.2009
***Davetiye sponsoru Viki'ye ve Hilal'e teşekkürlerimle..***

14 Eylül 2009 Pazartesi

Babaannem supangle yaptı..

Babaannem supangle yaptı..

Günlük hayatta kullanılan, benimde mecburen zaman zaman kullandığım içi boş cümleler vardır. Mesela maillerin başındaki merhaba. Adamla karşılıklı oturuyorsun ama mailler hep merhaba. Sahte, içi boş gereksiz bir merhaba. Sondaki “iyi çalışmalar”ı hiç saymıyorum. Eğer birgün patron olursam-ki yok böyle bir olasılık-çalışanları küfür etmeyinde istediğiniz gibi yazışın diycem, yeterki birbirinize karşı içi boş, samimiyetsiz ifadeler kullanmayın.

Birde artık televizyonlardan duya duya kanıksadığımız gene boş bir laf var; sevgili seyirciler. Ne sevgilisi ne seyircisi ya. Sevgili seyirciymiş, buradaki sevgi kavramının içeriğini boşalt doldur kilo kilo samimiyetsizlikle. Eğlence programında, haber bülteninde, yarışmalarda hep sevgiliyiz biz, hep tadından yenmez biricik sevgili seyircileriz bizler.

Yine bu televizyondaki reklamların senaryolarını yazan tipleri görmek isterim,muhtemelen kendileri metrocityde oturuyor iş yerleride kanyonda. Evde de televizyonda muhtemelen hep yabancı life style kanalları açık olmalı. Yoksa bi insan bu kadar mı bihaber olur çevresinden yaşadığı ülkeden. Örneğin ben kaç yaşıma geldim şu ana kadar bir defa bile ne kendimde ne çevremde supangle yapan babaanne formatına rastlamadım. Babaanne dediğin sütlaç yapar, revani yapar, hadi bilemedin eli marifetliyse baklava açmışlığı vardır ama supangle ne yahu.Sanki hepimiz Levanten kökenliyiz, ve büyükannemiz Roza bize gelmiş, okuldan dönmüşüz ki o da ne, büyükanne roza bize supangle yapmış. Yok artık.

Yine ultra gıcık bir başka televizyon reklamı var. Temel tema merak. Merak edecekmişsin böylelikle 3G ile öğreneeckmişsin. Böyle yan yana kızlar yürüyor, salakça bir şarkı dönüyor vs. kullanılan tema, müzik sanki 3G reklamı değil bienalden bir tanıtım. Fakat reklam giderek dahada iğrençleşiyor, şimdide basketçi ve yanındaki abidik gubidik. Arka planda sahaya özenle dağıtılmış basket topları. O diyaloglardaki iğrençlik, her şeyin sonunda o uzun boylulara has kart sesle bir Nuri ekleniyor, bilmem ne yapmıyormusun Nuri, gak yapmıyormusun Nuri guk yapmıyormusun Nuri. Yaratılan hava basketçinin yanındaki düşük profile alaycıl yaklaşımı, ben nerdeyim sen nerdesin adamım şeklinde. Sanki kendi matah bişeymiş gibi.Sormazlarmı o Nuri’ye, aldığın asgari ücretle gidip kendine 3G paketleri alıp onunlada gidip senden salak olmasın diğer arkadaşlarına dişlek bebek fotoğrafımı yolluyosun diye. Malmısın afedersin Nuri. Ama artık reklam sonunda artık saniyesine bile katlanamadığım bir hale bürünüyor, o basketçinin o iğreti dans edişi, o elinin kolunun oynayışı ve fonda gene o mutant sesle reklam cıngılını söylemeler. Umarmn yaptıkları hatanın farkına varırlar ve bir an önce kaldırırlar.

Nakhvamdis..

Hakan Demirci
14.09.2009

6 Şubat 2009 Cuma

KINDER SURPRISE

KINDER SURPRISE

Ortaokuldayken şu an adını hatırlayamadığım bir çocuk vardı, batılı mı batılı Trakya’nın ortasında esmer ten rengi , bitişik kaşlarıyla Türkiye’nin zencisiydi o. Anne babasından miras aldığı ten rengi, kaşı gözünün ona Trakya’da yaşattığından da daha büyük zorluk gene doğal olarak ailesinden kaptığı şive idi. Hatta şimdi hatırlıyorum konuşmasını, yanında İbrahim Tatlıses’in şivesi Zeki Müren Türkçesi kalırdı. Bunlar o çocuğun suçu değil, zaten bunlar bir suçta değil, sonuçta Kürt bir ailenin çocuğu olmak yada Monaco prensi olarak doğmak bizim seçebileceğimiz şeyler değil. Fakat tüm bu özelliklerle Trakya’da yaşıyorsanız “pis pkk’lı” damgası yemeniz, hele ki o yıllarda çok kolaydı.

Yine o dönemlerde Levis ve markalı spor ayakkabı çılgınlığı başlamıştı. Şimdiki gibi model falan önemli değildi, yeter ki pantolonun arkasında Levis yazsın, altta da bir Reebok olsun havanızdan geçilmezdi. Fakat bunlar o dönemde de para gerektiren mevzular olduğundan en azından şimdiki kadara rahat alınamadığından önemli bir statü göstergesiydi. Bu az önce bahsettiğim çocuğun babasının harfiyat işleri yapan dozerleri vardı-ismini hatırlayamadım ama hatırladığım detaya bak- buda çok para demekti. Bu çocuğunda üzerinde değil bir tane markalı pantolon veya spor ayakkabı sezonda ne çıkarsa hepsi vardı. Bizi yakaladığında da aslında nasıl zengin olduklarını spor ayakkabılarını kamaştıra kamaştıra anlatırdı. Aslında o ayakkabılar , Trakya’nın ortasında zenci muamelesi gören bir çocuğun bakın bende sizler gibi aynı hayatı yaşıyorum hatta daha iyisini yaşıyorum ifadesinin dile getirilişiydi, hatta o kadar ezikti pantolonun arkasında Levis etiketi gözüksün diye kemer takmazdı.


Eziklik malesef bu topraklarda karakterleri şekillendiren önemli mayalardan. Toplum içindeki gelir uçurumları nedeniyle veya günümüzün yükselen değerlerini kendi çevresinde veya ailesinde bulamayanlar böyle bir ezikliğin pençesine düşüp suni bir başkalaşma geçiriyorlar.

Yetiştiği çevreden ve aileden aldığı birikim nedeniyle insanlar o zamana kadar gördüğünden bambaşka bir çevreye girdiğinde hemen adapte olmaya çalışıyor, kendi iç değerleriyle savaşıyor. Örneğin memlekette iken normal olan ve hoşunuza giden bir davranışı büyük şehirde sergilemezsiniz. Ya da aileniz muhafazakardır sizde o şekilde yetişmişsinizdir ancak şehirli hayatta bu kavram “out” olduğundan plaza çevrenizdeki arkadaşlarınıza asla çaktırmaz hatta giderek bu kavramlardan uzaklaşır ve “öteki” olmaktan kurtulmaya çalışır, öyküne öyküne bakın bende sizdenim mesajı verebilirsiniz, mesela ben oruç tutup bunu çevresinde pek öyle davranışlar görülmediği için saklayanlar biliyorum. Ya da ailesini giyim kuşamlarından ötürü diğer tarafın akrabalarına ayıp olmasın diye nikahına çağırmayanlar..


Ya da deyim yerindeyse Anadolu terbiyesi ile yetiştirilmiş, böyle bir aileye sahip insanlar eğitimleri ve gelir seviyeleri arttıkça hızla şehirleşiyorlar, Kastamonulu, Kırşehirli Ayşe Fatma lar aldıkları üniversite eğitimi ve gelir seviyeleri arttıkça Ally McBealleşiyorlar. Hatta daha da komiği çift isimli iseniz ve bu isimlerden biri geleneksel bir isim ise kaçacak delik arıyorsunuz. Kendi çalıştığım işyerinde Outlook üzerinde düzenleme yapılıp tam isimler yazıldığında normalde Jale, Volkan vb diye bildiğimiz kişilerin ikinci isimlerinin Adviye , Müslüm olduğunu gördüğümüzde ve bu kişilerin bundan nasıl utandıklarını –evet gerçekten utandıklarını—görünce çok şaşırmıştım.

Tabi bu çabalarda yetmiyor, böyle bir gelenekten gelip yürü ya kulum denilenler parayla kendilerine hemen yeni statülerini satın alıyorlar. Oturdukları çevre değişiyor, kentli Türkler- Türklerin bu grubu apayrı bir yazı konusu- bir araya geliyor aynı semtlerde oturuyor, kendilerine üstü açılan spor arabalar alıyor, en pahalı takım elbiselerin üzerine en pahalı parfümler sıkılıyor, cumhuriyet balolarında dans ediliyor, öyküne öyküne batılı olunuyor geçmişten ve köklerden uzaklaşılıyor, uzaklaşıldığı sanılıyor. Ama temel itibariyle tu kaka denilenlerle ortak bir payda da buluşuluyor.



Dışı batılılıkla kaplı, içinde yerellik saklı bu Kinder Surprise lerin sayısının azalması en büyük temennim. Çünkü unutulmasın ki ancak kendileriyle barışık toplumlar ve insanlar başarılı olabilir, sahtelik ve yapaylık üzerine kurulu olanlara benim bir sözüm yok.

Hakan Demirci
06.02.2009